Anadolu’ya özgü olan ve anlatıldıkça insanları büyüsü altına alan birçok Anadolu efsanesi vardır. En fantastik filmleri dahi aratmayan bu efsaneler Anadolu topraklarının da ne kadar büyülü yerler olduğunun en önemli kanıtıdır. Neredeyse her yöreye her şehre göre bir efsanenin olması Anadolu insanının da gizeme karşı büyük bir ilgisi olduğunu göstermektedir. Bu efsaneler zaman zaman kitaplara ve filmlere de konu olmuştur. Anadolu efsaneleri arasında şu gizemli hikâyelerden bahsetmek mümkündür:
Şahmeran Efsanesi/ Mersin ve Tarsus
Doğu kültürünün son derece ünlü efsanelerinden biri olan Şahmeran efsanesi yılanların kraliçesini konu alan bir efsanedir. Efsanenin başkahramanı ise Şah-ı Maran isminde bir dişi yılandır. Efsaneye göre bu dişi yılanın alt beden kısmı gerçek bir yılan bedeniyken üst kısmı dünyada görülebilecek en güzel kadınlardan biridir.
Son derece fantastik bir canlı olan Şah-ı Maran efsanesi uzun yıllar Adana, Mersin ve Tarsus civarında anlatılagelmiştir. Efsaneye göre bu yılanın Mersin’in alt tünellerinde yaşadığı düşünülmektedir. Burada binlerce yılan kraliçelerinin yönetiminde son derece huzurlu bir yaşam sürmektedirler. Ancak günlerden bir gün Cemşab isminde bir genç çevrede bal ararken yılanların bulunduğu karanlık dehlizde kaybolur. Burada yılanların kraliçesi olan Şah-ı Maran ile karşılaşan Cemşab yılanların ve kraliçenin güvenini kazanarak bir süre yılanların arasında yaşamıştır. Burada bir süre kaldıktan sonra ailesini özlediğini belirterek dönmek ister.
Yılanların kraliçesi ise Cemşab’ı yalnızca tek bir şarta uyarsa göndereceğini söyler. Bu da yerlerini kimseye söylemeyecek oluşudur. Cemşab bunu kabul eder ve evine döner. Ancak evine döndüğünde kralın hastalığını öğrenir. İyileşmesi için de Şah-ı Maran’ın etine ihtiyaç vardır. Verilen ödülün cazibesi Cemşab’ı oldukça cezp eder ve yılanların kraliçesinin yerini söyler. Bunun üzerine Cemşab kralın sağ kolu olur. Ancak efsaneye göre yılan soyları henüz Şah- Maran’ın öldüğünden habersizdir. Eğer yılanlar kendi kraliçelerine düzenlenen bu kumpası öğrenirlerse intikam almak için Tarsus’u basacaklardır. Anadolu’nun efsanesi olarak Şahmeran efsanesi son derece ilgi çeken hikâyeler arasında yer almaktadır.
Sarı Kız Anadolu Efsanesi/ Kaz Dağları, Balıkesir
Milli kültürümüze ait efsaneler arasında birçok farklı anlatıdan bahsetmek mümkündür. Eski yüzyıllardan günümüze kadar gelen ve büyüklerin çocuklara anlatmaktan hiç vazgeçmediği hikâyelerdir. Sarı kız efsanesi de bunlardan biridir. Kaz Dağları bu efsanenin odak noktası olan yerler arasındadır. Hem Yunan hem de Anadolu efsanelerinde Kaz Dağları son derece kutsal sayılmaktadır.
Anlatılan efsaneye göre ise Edremit ilçesinin Güre Köyü’nde güzelliği dillere destan Sarı Kız adı verilen bir genç kız yaşarmış. Kendisi güzel olduğu kadar son derece de merhametli biridir. Sarı Kız herkesin evlenmek istediği talibi çok genç bir hanımdır. Ancak genç kız kendisi ile evlenmek isteyen hiçbir delikanlıya yüz vermez. Bunun üzerine köyün erkekleri genç kıza iftira atarlar. Kızın kötü yola düştüğünü babasına söyleyen köylü ya kızını öldür ya da buralardan çek git diyerek baskı yapmaya başlarlar.
Babası ise kızına bir türlü kıyamaz. Ancak köylüleri de yüzüne bakabilmek için kızını köyden de köylüden de uzak tutmak ister. Bu olay üzerine kızını yanına alan baba Kaz Dağları’nın en tepe noktasına çıkar. Burada kızını birkaç kaz ile birlikte bırakır ve köyüne geri döner. Burada hayatta kalmayı başaran Sarı Kız kazlarını güderek bir hayat kurmaya başlar. Bu durum üzerine babası kızının ölmediğini öğrendiğinde doğruca dağın yolunu tutar. Sarı Kız babasını karşısında görünce çok sevinir ve ona bir şeyler ikram eder.
Babası kızından su istediğinde Sarı Kız kilometrelerce aşağıdaki Güre Çayı’na uzanıp babası için su alır. Bu durum babasını çok şaşırtır. Çünkü o kadar yüksekten öylesine su alması karşısında kızının ermiş bir insan olduğunu anlar. O gece Sarı Kız’ın sırrı ortaya çıktığı için hem babası hem de Sarı Kız hayata gözlerini yumar. Babanın öldüğü tepe bugün Baba Tepesi olarak bilinmektedir.
Defne’nin Gözyaşları/ Antakya Hatay
Antakya, Anadolu’nun en gizemli kentleri arasında bulunmaktadır. Çok eski uygarlıkların hüküm sürdüğü Antakya’da insanlar için çok önemli gizemli eski Anadolu efsaneleri vardır. Anlatılan efsaneye göre Zeus’un oğlu olan Apollon kırlarda gezinti yaparken dünya güzeli bir su perisi görür. Bu su perisi genç kızın ismi Daphne (Defne)’dir. Apollon bu kızı görür görmez genç kıza aşık olur. Fakat su perisinin kendine vermiş olduğu büyük bir yemin vardır. Bu da bir tanrıya aşık olmamaktır. Ancak genç kız ne kadar kaçarsa kaçsın Apollon bir türlü kızın peşini bırakmak istemez.
Genç kız kaçmaktan o kadar yorulmuştur ki artık kaçmaya dermanı kalmaz ve o anda ‘ey toprak anne beni sakla’ diye dua eder. Bu sözler anında karşılık bulur ve genç kızın göğsünü bir gri kabuk kaplamaya başlar. Güzeller güzeli su perisi yavaş yavaş ağırlaştığını ve iç organlarının da birer oduna dönüştüğünü anlar. Daha sonra kolları ve ayakları köklenerek toprakların en derinlerine kadar iner. Burada dallar halinde uzanmaya başlar ve su perisi defne ağacına dönüşür.
Apollon da âşık olduğu su perisinin bir ağaca dönüşünü büyük bir üzüntü ile izler. Apollo ağaca sarıldığında hala kabuğun altında su perisinin kalbinin attığını hisseder. Bunun üzerine Apollon defne ağacını kendisinin kutsal ağacı ilan eder. Savaşlardaki tüm kahramanların ve zafere ulaşanların alınlarının defne yaprakları ile süslenmesini ister. Bu nedenle defne yaprağı her zaman saygınlığı, zaferi ve barışı simgeleyen bir bitki olmuştur.
Anadolu Efsanesi – Ayn-ı Zeliha / Şanlıurfa
Anadolu’da hiç kimsenin bilmediği efsaneler bulunmaktadır. Bu efsanelerden birisi de Ayn-ı Zeliha efsanesidir. Zeliha’nın gözü anlamına gelen bu efsane Anadolu’da çok eski tarihlerden bu yana anlatılmaktadır. Şanlıurfa’ya ait olan efsanede Kral Nemrut’tan bahsedilmektedir. Bir gün putperest Kral Nemrut çok kötü bir rüya görür. Rüyasını kahinlere yorumlattığında ise bulunduğu sene doğacak olan bir erkek çocuk tarafından öldürüleceğini öğrenir. Büyük bir korkuya kapılan kral ne yapacağını bilemez bir haldeyken o sene doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini ister.
Nemrut’un askerleri emre uyarak hem kundaktaki bebekleri hem de doğumu yakın olan kadınları katletmeye başlar. Fakat Nemrut’un askerlerinden biri olan Azer’in de yakın bir zamanda eşi doğum yapacaktır. Bu olay üzerine eşini bir mağaraya saklar. Nuna Hatun ismindeki bu kadın doğumunu mağarada yapar ve Nemrut korkusundan çocuğunu da orada bırakır. Eve tek başına dönse de bebeğin hasretine dayanamaz ve tekrar geri döner gelir.
Mağaraya geldiğinde hem bebeğin yaşadığını görür hem de bebeği besleyen bir ceylanın çocuğuna sahip çıktığına şahit olur. Bu bebek Hz. İbrahim’dir ve bulunduğu mağarada zorla da olsa hayata tutunmuştur. Hz. İbrahim uzaktan halkını izler ve Nemrut’un baskısı altında ne kadar da ezildiklerine şahit olur. Bunun üzerine baba evine dönerek halkın içerisinde kabul edilmeye başlar. Puta tapınmanın yanlış olduğunu anlatmaya çalışsa da halk bir defa Nemrut tarafından sindirilmiştir. Bir diğer tarafından da Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’e gönlünü kaptırmıştır.
Hz. İbrahim bir gün saraya girerek tüm putları bir bir kırar. Baltayı da en büyük putun üzerine koyar. Bu olayı duyan Nemrut çok öfkelenir ve saraya geldiğinde baltayı putun üzerinde bulur. Öfkeyle etrafındakilere hareketsiz bir putun bunlara nasıl sebep olduğunu anlamaya çalışır. Bu olay üzerine ise Hz. İbrahim, Nemrut’a bir putun dahi kutsal saydıkları diğer putları koruyamazken kendilerini nasıl koruyacağını sorar. Öfkesini yenemeyen Nemrut ise Hz. İbrahim’in yakılmasını emreder.
Şehirdeki tüm odunlar toplanır ve Hz. İbrahim, kalenin burçlarından mancınıklarla ateşe atılmasını planlar. Fakat Hz. İbrahim tam ateşe atılırken ateş suya ve tüm odunlar da balığa dönüşür. Hz. İbrahim de ateşin olduğu yere değil yan tarafında beliren bir gül bahçesine düşer. Nemrut’un kızı Zeliha’da hemen ardından ateşe atlar. Efsaneye göre ise Zeliha’nın düştüğü yerde onun gözyaşlarından bugünkü Balıklı Göl oluşmuştur. Balıklı Göl efsanesi günümüzün en popüler efsaneleri arasındadır.
Lokman Hekim ve Ölümsüzlük İksiri Efsanesi/ Adana
Adana ve çevresinde yüzyıllardır anlatılan efsaneler vardır. En eski Anadolu efsaneleri arasında yer alanlardan birisi de Lokman Hekim efsanesidir. Lokman Hekim, tüm hekimlerin atası olarak bilinen isimdir. Ulu hekim ya da üstad olarak bilinmektedir. Her otu yakından tanıyan ve hemen her hastalığa derman bulabilen bir hekimdir. Tüm dünyayı dolaşmış olan bu büyük hekim, Çukurova topraklarına da gelmiştir. Buradaki ovaların bereketine ve güzelliğine hayran kalkmıştır.
Bu hayranlığı Lokman Hekim’in buraya yerleşmesini sağlamıştır. Misis’e yerleşen Lokman Hekim çevredeki tüm hastaları iyileştirmiş ve artık etrafta tek bir hasta bile kalmamıştır. Bunun üzerine halk Lokman Hekim’den tüm hastalıkları iyileştirdiğini isterse ölümün de bir çaresini bulabileceğini söylerler. Lokman Hekim’den ölümsüzlük iksiri yapmasını isterler. Lokman Hekim tüm bitkileri tek tek incelemiş, her yer karış karış gezmiş. Artık dolaşmaktan tam yorgun düştüğü anda Lokman Hekim bir ses duyar. Duyduğu ses kendisine aramalarını sonlandırmasını ve aradığının dermanın kendisinde olduğunu söyler.
Lokman Hekim sesin geldiği bitkiyi görür ve ona doğru ilerler. Bitkiyi yerinden kopardığı anda Tanrı, Cebrail’i görevlendirir ve iksirin yapılmasına engel olmasını ister. Cebrail, Tanrı’nın isteğine uyarak pir-i fani olarak Misis Havraniye tarafına doğru gelir. Burada Misis Köprüsünde, Lokman Hekim ile karşılaşırlar. Cebrail selam verir ve Lokman’ın elinde tuttuğu kitabı incelemek ister. Kitabı aldığında ise Ceyhan Nehri’ne atar. Lokman Hekim her ne kadar kitabın ardından suya atlasa da kitabı bulamaz. Yalnızca kitaptan arta kalan tek bir yaprak bulur. Bu yaprak da bugünkü tıbbın geldiği atadır.
Yok edilen kitap içerisindeki ölümsüzlük iksirinin ise sarımsak tohumundan yapıldığı söylenmektedir. Hatta Lokman Hekim’in sarımsak ekili olan yerde kendisine ihtiyaç olmadığını da defalarca dile getirmiştir.
Anadolu Efsanesi – Pamukkale Efsanesi
Eskilerden günümüze oduncu güzelinin öyküsü anlatılmaktadır. Çökelez Dağı çevresinde yaşayan ve fakir odunculuk ile geçinen bir aile yaşarmış. Ailenin kızı oldukça çirkinmiş. Bekâr oğlu olan anneler onu gördüğünde hep yollarını değiştirirmiş. Fakirliğini hiçbir zaman önemsememiş ama çirkinliği yüzünden kalbi çok kırılmış ve Çökelez Dağı eteklerinden kendini aşağıya bırakmış.
Buradan içi su ve tortu dolu olan havuza düşmüş. Bu suyun içerisinde uzun bir süre baygın kalmış. Daha sonra içinde baygın yattığı su genç kızı güzellik ile ödüllendirmiş. Oradan geçen Denizli Beyi’nin oğlu da kanlar içerisinde yatan bu genç kızı görmüş ve atına alarak evine kadar götürmüş. Kız iyileştiğinde de kendini kurtaran bu adamla evlenmişler. O gün bugündür kadınlar güzelleşebilmek için Pamukkale Ilıcalarını ziyaret etmişlerdir.
6 Anadolu Efsanesi yazımızı okuduysanız yorum bırakabilir , ilgili içeriğe göz atabilirsiniz.
İmaj Kaynakları: